Biraz acı bir yazı olabilir, ancak acı zamanlardan geçerken geçmişten ders alabilmek önemli…

2016 yazının başında İstanbul’dan çıkıp Norveç’in en kuzey ucuna kadar motorla uzun bir yolculuk yaptım. Dönüş yolunda, Varşova/Polonya’da arkadaşımda kaldığım 15 Temmuz gecesi, sevdiklerimden uzakta geçirdiğim için, tepesinden F16 geçenler kadar olmasa da, oldukça travmatik oldu. Ertesi sabah saat 6 gibi kalktım, hazırlandım ve evimden 2.500 km uzakta, gelebileceğim en hızlı rota ile evime ulaşmaya karar verdim.

3 gün sürecekti ve çok yorucu olacaktı.

Ancak buraya kadar gelmişken Auschwitz’i görmeden dönmek olmaz. Ben de gittim ve gördüm.

Auschwitz, Polonyanın güneyinde, Katowice ve Krakow’un ortasında. Orjinal adı Oświęcim, Auschwitz ise almanların buraya verdiği ad. 2 tane büyük, 39 tane de ufak kampın yer aldığı bir alan. Hepimizin bildiği, bu yazının üzerinde de kapısının resmi olan kamp Auschwitz (II) Birkenau. 1,1 Milyon insanın öldürüldüğü, bilinen en büyük toplama kampı.

Bitmek bilmeyen bir orta avrupa yağmuru altında 6 saate yakın motor sürdükten sonra, oldukça ıslak bir halde Oświęcim tabelasını geçtim. Kasabada pek başka birşey yoktu. Eksiden kalma 2 büyük fabrika (ki müze yapılıyor) ve toplama kampı köyün neredeyse tamamını kaplıyor. Kampta yaşananlar, geçmişin karanlığı sanki bu kasabanın üzerine hiç kalkmayacakmış karanlık bir bulut gibi çökmüş sanki. İnsanların başları hep öne eğik, sessiz, pek kalabalık da değil.

Kasabanın yollarında biraz kaybolup öğleden sonra 2 gibi Auschwitz I’in otoparkına geldim. Yağan yağmura rağmen ciddi bir sıra vardı. Gördüğüm bir başka motorun yanına, kaldırıma park ettim motoru. Yağmurlukları çıkartıp motora koydum. Otoparkın ucundaki uzun sıraya doğru yürüdüm. Bu kadar bekleyip bekleyemeyeceğimi düşünürken sıraya geçtim. Zamanım azdı ve önümde en az 4-5 saat daha yolum vardı, bugün girmem gerektiğini nasıl anlatsam diye düşünerek beklemeye başladım. Sırada beklerken internetten nasıl bir ziyaret sistemi olduğunu araştırdım. Aslında tek tip gezme şansınız var. Yaklaşık 2:30 süren, bir rehber ile yapılan standart bir tur. Yaklaşık 45 dakika yağmur altında bekledikten sonra, saat 3’e gelirken sıra bana geldi. İlk boş saat 4 gibiydi. Çaresiz kabul ettim.

Bir saatimi otoparkın çevresindeki panoları okuyarak ve içeride göreceklerimin ne olacağını kestirmeye çalışarak geçirdim. Ailemle ve arkadaşlarımla konuştum. Daha dün gece darbe olmuştu memleketimde ve ben ne yapıyordum? Kafam karışıktı ve çok ama çok huzursuzdum. Yine de burayı saat 7 gibi terkederken ne hissedeceğimi hayal bile edemezdim.

Saat 4 e gelirken girişe gittim, rehberi duymak için kullanılan telsizi aldım ve içeri girdim. Grubun toplanmasını bekledikten sonra o meşhur kapıdan geçip içeri girdik.

Kampın gezilmesi için hazırlanan kurgu önce kamplar hakkında biraz bilgi veriyor, ardından buraya gelen bir kişinin adımlarını takip ediyor büyük ölçüde. Trenler, kampa geliş, sağlıklıların seçilmesi, kalanın krematoryumlara gönderilmesi.. Akıl almaz çalışma şartları, Dikenli & elektrikli teller, korkunç tecrit odaları, deneylerin yapıldığı yerler…

Anlatmak pek mümkün değil, görmek lazım…

Almanlar gerçekten de çok verimli insanlar. Öyle verimliler ki, hiç bir şeyi israf etmemişler. Tonlarca saç var mesela, yakmadan önce kesmişler. Kumaş yapıp satmışlar. Ya da Kapo dedikleri yahudiler seçiyorlarmış aralarından, onlar tüm kamp operasyonunu yönetiyormuş. SS subayları mahkumlarla hiç ama hiç muhattap olmazmış. Ya da 2mt’te 1mtlik alanlarda 4 katlı bir ranza sistemi ile he bir katta 6 kişi yatılan bir koğuş düzeni var. Açlıktan ishal olanları en alt kata yatırmaya dikkat ediyorlarmış. Yoksa aşağıya akıyormuş dışkı. Ya da bazı mahkumları salıp askerlerin atış talimi yapmaları sağlanıyormuş. Yapılan deneyler, yaşananlar, yaşayanların anlattıkları…

Dediğim gibi, anlatmak pek mümkün değil.

2:30 saatim tüm bu travmayı idrak etmeye çalışarak geçti. Zaten endişe içinde olan aklım iyice huzursuz ve endişeli hale geldi.

Saat 7’ye gelirken 2. kamptan çıktık ve otoparka döndük. Motorun başına döndüm. Yağmurluklarımı giydim. Ancak yola çıkamadım hemen. Motorun dibine oturdum. Kendimi tekrardan motor sürebilir halde hissetmem uzun sürdü.

Yola çıktığıma saat 8 di. Akşam uyuyacağım yere vardığımda ise gece yarısını geçmişti.

Hayatımın en zor günü, bir kamyoncu otelinde telefonda ülkemde neler oluyoru okuyup anlamaya çalışarak bitti.

Auschwitz’de çoğu yerde fotoğraf çekmek serbest. Ben de olabildiğince çekmeye çalıştım.