En son yazımdan bu yana geçen zamanı düşündüğümde sinirlerim bozuluyor. Geçtiğimiz zamanlarda yazacak ne kadar çok şeyim varmış, şimdi niye yok diye söyleniyorum kendime. Sonra yeni yazı diyorum, 3 satır yazıyorum ve taslak olarak kaydedip kapatıyorum. Bugün nedenini buldum. Zamanım yok zannediyormuşum.
Ortalama bir günüm şöyle;
- 7’de kalk, 1 saat kahvaltı vb. için kendine gel.
- 8’de evden çık ve 6.5 KM Caddebostan Starbucks’a yürü. (40 dk rekorum)
- 9’da SC360 işlerine başla
- Öğle yemeği yeme ve 6-7’ye kadar işleri toparla. Toplantı varsa git gel, 10km’den yakınsa yürü.
- Eve geri yürümeye başla, yolda Kanada’nın toplantılarını yap.
- 8’gibi evde kanada için çalışmaya başla.
- 1-2 gibi işlerini toparla ve 1 dizi ileyip yat.
Evet ne diyorudum; zamanım yok. E yok işte?
US’dee yapılan bir araştırmaya göre çalışanlar ev-iş hayatlarını ayrı tutmak için özel bir çaba gösteriyorlarmış. Biryeri sahiplenmediyseniz siz de aynı yolu izlersiniz zannımca. Ama böyle bir tempoda zaman yaratmak için herşeyi iç içe sokmak zorundasınız. Ev-iş yaşamı diye bir yaşam kalmıyor tabii; işkolik özgür’ün yaşamı oluyor böyle olunca. Ve evet kız arkadaşım bu durumdan oldukça rahatsız.
Şimdi bu yazıyı yararlı bir noktaya götürme çabasına girmek lazım. Şöyle devam edeyim,
Hiç bir için günde 8 saat çalışmak yeterli değildir. En azından hakkıyla yapacaksanız. Çünkü işiniz sadece size verilenleri yapmaktan ibaret olmamalıdır. Bu yüzden okursunuz, araştırırsınız, denersiniz. Bunları 8 saatin içine sıkıştırabilenle de tanışmadım daha. Ancak bunu sadece sizin yapmanız yetmez. Çalışanlarınızın da aynı motivasyonu benimsemesi çok önemli. Peki çalışanları it gibi çalışmaya, iş temposunu özel yaşamının içine sokmaya nasıl ikna edeceğiz? Paranın çok da işe yaramadığını baştan söyleyeyim. En güzel motivasyon, birşeyin parçası olduğunu hissetmeleri bence. Eğer çalışanlarınıza yaptıklarının ne kadar büyük ve önemli olduğunu hissettirirseniz bayılana kadar kendilerini paralayacaklardır.
Nedense sonunu bağlayamadım.
Bu da böyle olsun.