Babalar gününe daha bir hafta var, biliyorum. Ancak bugün bir arkadaşla ne zaman olduğunu tartışırken söylediği bir söz çok etkiledi beni, ben de yazayım dedim. “Olmayınca unutuyor insan tarihini..” Ben unutmadım Baba. Bu satırlardan sonrası 8 yıl önce hala neden olduğunu çözemediğimiz bir trafik kazasında kaybettiğim Babam için. Senin için Baba.
Bu gün adını arattım Google’da. Hiç yapmamıştım bunu daha önce. Neden bilmiyorum. Eski bilgisayarım çalındığında beri fotoğraflarının hiç birinin dijital kopyası yok elimde. Bu yazıyı yazarken koyayım istemiştim, olmadı. Ama bundan tam 18 yıl önce yaptığın bir araştırmanın sonuçları karşıladı beni ilk sırada. Çok duygulandım.
İşini sevmezdin. Zıraat mühendisi olmak için doğmamıştın. Makineleri severdin sen, daha boyum dizine gelmeden komşuların bozuk fırınlarını tamir ederdik seninle. Seviyordun böyle şeyleri. Şimdi belimdeki Leatherman’i görsen “babasının oğlu” derdin.
Bıyıkların vardı hep. Batardı. Sevmezdim bana batmalarını ama yine de inmezdim tependen. Neredeyse herşeyi senden öğrendim ben. Yelken yapmayı, kıçtan takmalı motor tamir etmeyi, hayata karşı dik durmayı senden başka kimse de öğretemezdi zaten.
Herkes babası için şunları söylermiş;
- 06 yaşında: Babam her şeyi biliyor.
- 10 yaşında: Babam çok şey biliyor.
- 15 yaşında: Ben de babam kadar biliyorum.
- 20 yaşında: Babamın öyle pek fazla bir şey bildiği yok.
- 30 yaşında: Babamın fikrini sorsam fena olmayacak.
- 40 yaşında: Babam ne de olsa bazı şeyleri biliyor.
- 50 yaşında: Babam her şeyi biliyor
- 60 yaşında: Ah, babam hayatta olsaydı da…
Ya ben erken yaşlandım Baba, ya da sen çok erken gittin benim yanımdan. Giderken bana bıraktıklarından en çok ikisine sarıldım; bilgisayarlar ve davul. Seni; o cumartesi sabahı telefonumun gösteremediği kadar çok cevapsız aramayla, yeşim yengemin ne diyeceğini bilemez bakışlarıyla, gri bir ford focus’un ön koltuğunda artık bıyıklarının bana hiç batamıyacağını öğrendiğim an ile kaybetmeden tam 11 gün önce bana belkide dünyanın en kötü davulunu 50 milyona almıştın. Ben de ona sarıldım. yüzlerce konser verdim. Her sahneye çıktığımda seyircilerin arasında senin de durduğunu hayal ettim. Hatta damarlarımda yeterince alkol olduğu günler gördüğümü bile zannettim. Aklımın bana oyunlar oynadığını bile bile bir iki defa el bile salladım sana.
Liseden mezun olduğumda sana sarılamadım. Bilirim bıyıkların hala batabilseydi bana, en çok o an batardı. Muhtemelen istediğin gibi, ODTÜ’yü kazandım, okudum. Kepimi atarken benim de, annemin de gözünde 2 damla yaş vardı. İkimizde bize batacak o bıyıkları bekliyorduk. Batmadılar haliyle.
Şimdi de askere gidiyorum Baba. Birileri atacak beni elbette havaya, ama sen “hanım ağlama, altı üstü askerlik” diye anneme omuz veremeyeceksin. Göreceksin elbet, ama ben seni bir daha hiç göremeyeceğim.
Gitmeseydin iyiydi Baba.
Babalar gününde toprağa gömeceğimiz hediyeleri sana verir, bıyıklarının batmasına da izin verirdik.
Gitmeseydin iyiydi.
Bir yıl kadar önce eski Blog’um olan Pazarlama Günlüklerinde yazmışım bu yazıyı. Okuyunca etkilendim. Bir daha paylaşmak istedim. Bir ömür aynı şeyi söyleyeceğim herhalde. “Gitmeseydin iyiydi baba.”